Bu Blogda Ara

23 Kasım 2009 Pazartesi

Bonapartizm

---Alıntı---

Geçenlerde Taha Akyol 'Liberalizm' başlıklı bir yazı yazdı ve burada 'bilgi sahibi olmadan görüş sahibi olmak' alışkanlığından söz etti. Taha Akyol bunu yazarken herhalde şu ya da bu somut kişileri düşünmüyor, Türkiye'nin genel bir patolojisine değiniyordu. Ama ilginç bir rastlantıyla, onun yazdığı gazetede bu tanıma en uygun düşen yazar, Hasan Pulur, aynı günde 'Atatürk, Napolyon ve Demokrasi' başlıklı bir yazı yayımlamıştı.
Bunun başında 'ana fikir'ini şöyle açıklıyor: "Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı, Napolyon'a benzetenler vardır. Atatürk'e ve devrimlere bağlı olanlara 'Bonaparist' sıfatını yakıştıranlar, Atatürk'le Napolyon Bonapart benzerliğine, akıllarınca gönderme yaparlar."
Şimdi, siyaset bilimi terminolojisinde 'Bonapartizm' diye önemli bir kavram vardır. Önemlidir, çünkü çeşitleri olan otoriter rejim biçimleri arasında, belirli bir sınıfsal tabana oturan özgül bir biçimi anlatır. Ne var ki, buradaki 'Bonapart' Hasan Pulur'un sandığı gibi Napoleon Bonaparte değil, onun yeğeni olan Charles-Louis-Napoleon Bonaparte'dır. Onun
için, Hasan Pulur'un siyaset terminolojisinde yeri
olan 'Bonapartist' teriminden başlayıp, Atatürk'ün nasıl I. Napoleon'u beğenmediğini anlatmak üzere örnekler vermesi komik oluyor.
Bu durum Hasan Pulur açısından yadırgatıcı değil. Bir süre önce de Abdülmecit'ten söz etmeye kalkıp Tanzimat'ın padişahını bir yüzyıl kadar gerilere taşımıştı.
Bazı şeyleri karıştırmak mümkündür elbette, ama bazı karıştırmalar ancak ciddi bir hata ve bilgi karışıklığı durumunda öylesine karışabilir. Hasan Pulur, 'bilgi sahibi olmadan, görüş sahibi' olmanın bütün gereklerini yerine getiren bir yazar olarak, şu yargıya da varıyor: "Atatürk'le Napolyon'u benzetmek isteyenlerin ve onun ilkelerine bağlı olanları 'Bonapartist' diye adlandıranların dillerinin altında yatan 'diktatörlük'tür."
Bu da yanlış, çünkü siyaset biliminin terimi olarak 'Bonapartizm' elbette 'demokrasi'yi anlatmamakla birlikte, 'diktatörlük' anlamına da gelmez. Çünkü ancak 'otoriter' yönetimin 'toplumsal rıza' üstüne oturduğu durumları anlatmak için kullanılır. Bununla diktatörlük arasında ciddi farklar var.
III. Napoleon, Fransa'da monarşi ve cumhuriyet arasında kimseyi hoşnut etmeyen bir kısır gitgellerin iyice bıkkınlık verdiği bir genel irade yorgunluğu anında seçimle iktidara geldi. Marx bu süreci, '18 Brumaire'de, hayranlık verici bir dakiklikle analiz eder (ve ortada etkin bir aktör olarak görünmeyen köylülüğün aslında nasıl belirleyici bir rol oynadığını anlatır). Seçimle iktidara geldikten bir süre sonra kilit yerlere kendine sadık adamlar yerleştirdi ve hükümetken hükümet darbesi yaparak imparatorluğunu ilan etti.
Bu tarihi süreç, Atatürk'ünkiyle fazla paralellik göstermiyor. Kurduğu rejimin özelliklerinden yola çıkıldığında, tek-parti rejiminin bazı özellikleriyle ortak noktalar bulunabilir. Bu da en çok, kendini sınıflar üstü ve oldukça patriyarkal bir hakem olarak kabul ettirmesi çerçevesinde oluşacak bir benzerliktir.
'Bonapartizm', çok şematik biçimde özetlediğim bu yönetim biçimine, Fransa tarihinden bakarak bulunmuş bir ad. Ama başka adları da var: Örneğin, 'Sezarizm'. Tartışılan konuya bence daha yakın olan bir başkası da 'Bismarkizm'. Bunun açıklamasını yarın yapayım.

murat belge - radikal

http://www.radikal.com.tr/1998/11/13/yazarlar/murbel.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder